
Büyükşehir Yasası’yla köylülük üzerine kurulan tuzaklara, henüz pek açık yeltenme olmadan yıllar önce, 2005 yılında internet dergilerinde yayınlanmış bir yazımı paylaşma gereği duydum. Köylülüğe açık saldırıyı haber veren bir yazı olması nedeniyle sitemizden okunması dileğimdir.
Son birkaç yılımda, dünya tarihini biçimlendiren
kurumlar ve yapılar arasındaki bağlantıları araştıran tarih yorumlarına ilişkin
kitaplara merak sardım.
Aslında, kendi kendime sorduğum şu sorunun yanıtını arıyorum: Fransa, Rusya ve
Osmanlı başta olmak üzere bazı hanedanlar burjuva devrimleri ile karşılaştılar
ve öldürülerek, kovalanarak hükümranlıklarını yitirdiler.
İngiltere, Hollanda, Japonya ve bazı hanedanlar ise aynı dönemde konumlarını
korumakla kalmadıkları gibi, bugün de güçlerinden bir şey yitirmemiş olarak
taçlarını taşıyorlar.
Benim sorum; aynı tarihsel süreç içinde ne gibi koşullar hakimdi de
hanedanların bir bölümü hazin öykülerle yok olurken, diğerleri neler yaptılar
veya yapmadılar da dehşet tarihini tersine çevirerek vartayı atlattılar ve
halen yaşamlarını sürdürmeyi başardılar?
Birçok bilim adamı ve ilgilisi elbette bu sorunun yanıtını çoktan bulmuş ve bir
şerlere kayıt düşmüştür.
Ben, bu kayıtlara ulaşmayı, belki de sonuçları birinci elden saptamayı denemek
istedim.
Kendimce bir literatür oluşturdum. Henüz bitirmiş de değilim, kitapçıları ve
kitapların içindekiler sayfalarını, arka kapaklarındaki tanıtım yazılarını,
bulursam broşürlerini taramaya devam ediyorum.
Her şeyde olduğu gibi, aradığınızı bulmak için çıktığınız yolda aklınızda
olmayan ilginç bulgularla da karşılaşıyorsunuz.
Birçok bilgiye ve belgeye ulaştım bu arada. Yazacak ve paylaşacak birçok güzel,
anlamlı, önemli ve değerli cümleler, paragraflar ve pasajların altını çizdim,
notlar aldım. Anlatacak ve paylaşacak bilgiler depoladım.
Bu ara okuduklarım da aldı beni, köylülüğün önüne bıraktı. Ayrımsız bütün
toplumsal dönüşümlerde (devrimler, kaşı devrimler) köylülüğün ve köylülerin
özgün, özel, etkin rol aldıklarını ve olayların sonuçlarını belirleyici
görevler üstlendiklerini gördüm.
İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Çin gibi birçok ülkede gerek feodalitenin,
gerek kapitalizmin hem inşasında, hem de yıkılmasında öldürücü darbeler
köylülerden gelmiştir.
Şimdilerde, çokça konuşulan ve yeniden yapılandırılma projeleri içinde yeni
sancılara gark edilen köylüleri, zor günler beklediğini far ediyorum.
Yenilik adı altında köylülere dayatılanların nereye varacağını kestirmek
oldukça güç.Şimdiden yaşadıklarının altında ezilen ve kıvrım kıvrım kıvranan
köylülük üzerine kurulan hesapları, deşifre etmek için aklıma takılan soruları
ve fikirleri paylaşmak istedim.
Bulandırılan suyun gerekçelerini, hedeflerini görmeyi denedim bir nebze. Belki
köylü olmamdan, belki de gerçekten önemli olduğundan dikkatimi çekti
köylülük.
İnsanlığın yerleşik hayata geçişi, kendisinin, toprağın altı ve üstündeki her
şeyin işlenmesi ile gelişiminin, sosyal, politik, kültürel, ekonomik birçok
kurumun prototiplerinin ortaya çıkışı köylülük üzerinden ateşlenmiş olduğunu
gördüm.
Günümüzde geriliğin, ilkelliğin temsilcisi gibi görünen köylülüğün, bir
zamanlar çok da ilerici toplumun motor gücü olduğunu ve henüz bu işlevini devam
ettirdiğini fark ettim.
Gördüğüm kadarıyla, toplumsal dinamiklerin kökü halen köylülükten
beslenmektedir. Şu an itibariyle görünen o ki, sınıflar çatışmasında
egemenlerin baş hedefine köylüler ve dolayısıyla köylülük alınmıştır. Çünkü,
sosyal yaşamın çekirdeği köy, köylülük ve köylülerdir. Zincirleri olmayan,
ürettiği ile tüketimini dengelediği oranda kendi kendine yaşama olanağı
bulunan, kısmi özgürlük koşullarına sahip olan bir kitleyi barındırmaktadırlar.
Kendi kendilerine yetmeleri bir yana, gönderdikleri zahire, sattıkları ürün ve
emeklilere açtıkları kucaklarıyla; kentlerde yaşayan ve yoksulluk sınırı
altında ölümle kalım arsında sıkışan yakınlarına destek olmaktadırlar.
Kendiliğinden ortaya çıkan bu karşı duruş egemenlerin kafasını bozmakta; cılız
mılız sürekli yaşam üreten, kısmi özgürlüğü ile egemenlere kafa tutan
çekirdeğin kurutulması, çürütülmesi, özgürleştirici bütün olanaklarından
koparılıp, tohumluktan düşürülmesi gerekmektedir.
Bu nedenledir ki, egemenlerin ehlileştirmekten öte, tümüyle bağımlı duruma
getirmek istedikleri, kendi olanaklarıyla yaşama tutunma özelliklerini yok
etmek üzere saldırı hedefine oturttukları köylülük üzerinde, durmak gerektiği
kanısındayım.
Geçmişte ilkel araç ve gereçleriyle yaşamın devamını nasıl olanaklı kılıp,
içinde bulunduğumuz çağın hazırlayıcısı olduysa köylülük; bugün de tüm
geriliğine karşın kendi kendine yeterek gelenekleri içinde ve akıllara
durgunluk verecek bir tevekkülle yaşama sevincini ve üretme enerjisini
korumaktadır.
Köylülük; yaşama sıkı sıkıya sarılması ve kırılmaz direnci ile neredeyse
toplumların itici gücü ve varlık şartı olarak egemenlerin karşısında dimdik
ayakta duruyor. Bu yaşama tutkusu aynı zamanda diğer kesimlerle de ekonomik ve
moral anlamda empatiyi güçlendiriyor. Köylülüğün özgürlüğü, ürettiğini
yakınlarıyla paylaşması, yoksul kesimlerin direnme gücünü artıyor, egemenlerin
rahatının kaçmasına yol açıyor.
Anadolu köyleri halen milyonlarca gurbetçisinin hem tatil uğrağı, hem de kışlık
yiyeceğini temin ettiği yaylağıdır.
Kapitalizmin, dolayısıyla tekellerin dünden de çok, en büyük çelişkisi
köylülükle bugün. Söz konusu tu kaka köylü, elbette toprağı ve tohumluğu elinde
bulunduran, tarlasından topladığı hasattan tohumluk ayıran, ekim günü gelince
kendi tohumunu ekecek güçte olan köylüdür.
Maraba, yarıcı, yanaşma türü köylüyü kapsam dışı tutuyorum. Onlar zaten teslim
alınmış ve kendine ait kazması, küreği olmayan silahlarından arındırılmış,
zararsız duruma getirilmişlerdir.
Bütün bu düşünceleri zihnime çağıran ve yukarda anlatmaya, yazmaya çalıştığım
gerçeklik, benim zihnimde oluşan gerçeklik şu alıntı üzerine inşa
edilmiştir.
GIOVANNI ARRIGHI- Uzun Yirminci Yüzyıl_S/28 “En alt konumda olan ve çok yakın
bir geçmişe kadar en geniş durumda bulunan tabaka, aşırı derecede basit ve
kendine yeter bir ekonomi katmanıdır. Daha iyi ifade isteğiyle Braudel bunu,
maddi hayat tabakası, ‘ekonomi-dışı katman, kapitalizmin kök salabileceği,
fakat asla içine işleyemeyeceği bir gelişme ortamı’ olarak
nitelemektedir.”
Benim değerlendirmem ve çıkardığım sonuç yazarın anlatmak istediğiyle ne kadar
örtüşüyor bilemiyorum. Ancak, araştırmalarım sırasında rastladığım bu
satırları, bugünlerde köylüler ve çiftçiler üzerine oynan olaylarla
birleştirmek gerektiği kanısına vardım.
Gazete, dergi ve televizyon haberlerinde geçen köylü ve çiftçiler ve onların
kurumsal temsilcilerinin şikayetlerini dikkate aldığımda durumun özetini böyle
çıkarabildim.
Bizzat kendi ürettiği tarım ürünleriyle beslenen, elinin altında bulunan ağaç
ve taşla barınağını kuran, hayvanlarının yünüyle örtünen köylü, her koşulda
yaşamını sürdürmeyi temin etme gücünü taşımaktadır.
Son yıllardaki çeşitli saldırılarla köylülük yok edilmek, veya en masum deyimle
değişime uğramaya zorlanmaktadır.Henüz köylülerin mülkiyetlerini ele geçirmeye
yetecek güçte değil egemenler.
KİT’leri özelleştirecek üç beş kuruşu bile denkleştiremiyorlar, ya da
aralarında anlaşamıyorlar. O nedenle köylerde satın alma, köylüyü
topraksızlaştırıp tarım işçisi yaratma gücüne ulaşamadılar. Daha kolayına,
sinsicesine soyundular. Tohumluklarına el koymayı deniyorlar usul usul.
Topraklara el koymaktan çok ucuz, karlı ve etkin, sonuç alıcı bu çözüm. Can
damarlarına akan yaşamsal kan gibi. Tohumluğu ele geçirdi mi, toprağın pek
önemi kalmıyor. Hava ekecek değil ya köylü, mecburi olarak tohumluk dağıtan
tüccarın kapısında nöbet tutacak, el ovuşturacak.
Hedef köylünün kendi kendine yetmesinin olanaklarını ortadan kaldırmaksa,
bundan alası nedir ki?. Köylünün asıl güvencesi tohumluğudur. Toprağına ekeceği
tohumluğu düşünür yiyeceğinden önce. Köylülerimiz ektiği ve diktiği her şeyin
tohumluğunu kendisi belirler, ayırır, saklardı.
Tohumluğu elinden alınınca öz güvenini yitirerek en büyük darbeyi yemesi
muhtemeldir.
Şu alıntı ile çiftçinin, dolayısıyla köylünün sıkıntısına tercüman olabilir
kanısındayım. 23.03.2005 tarihli Milliyet Gazetesi`nden aynen kopyalanmıştır..
>br> “Tohumda dışa bağımlılık döviz kaybı yaratıyor…Karpuz, mısır,
kavun , domates ve salatalık gibi tarım ürünlerinin melez ve hibrit
tohumlarının büyük bölümünün yurtdışından temin edilmesinin önemli düzeyde
döviz kaybı yarattığı, dışa bağımlılığın yarattığı sıkıntının giderilmesi için
yerli üretimin desteklenmesi gerektiği bildirildi.
Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Ayhan Barut, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, tohumculuk sektörünün, ülke tarımının ilerlemesi anlamında önemli
yeri bulunduğunu söyledi.
Tohumun, telafisi olmayan tarımsal girdilerin başında geldiğini ve günümüz
teknolojisinde bu konuda aşama kaydedildiğini belirten Barut, yıllar önce
ekilen tohumlarla şimdikiler arasında verim ve kalite açısından büyük fark bulunduğunu
ifade etti..”
Şimdi ise tohumluklar, dünya tekellerinin pazarladığı tescilli markalarla
sınırlanıyor. Bu sistem köylü kredi alırken dayatılabilir. Nasıl traktörün
yedek parçası, mazotu ve gübresi ile dışa bağımlı ise tohumluğu ile de aynı
duruma getirilebilir.”
Örneğin, yapay gübrelerden önce ahırdaki hayvanlarının gübresini, traktörden
önce kazmasını, küreğini ve öküzünün çektiği karasabanı kullanıyordu. Kendi
kendine fazlasıyla yetiyordu.
Giderek kapitalist işletmelere bağımlılığı artırılan ve başka türlü yaşama
olanakları ortadan kaldırılacak olan köylü kısmi özgürlüğünü ve cılız da olsa
bağımsızlığını tümden yitirecektir. Görünen o ki, başkaları izin vermedikçe
toprağı hiçbir işe yaramayacaktır.
Özelleştirmeleri ve çalışanların dayanaklarını bir bir ele geçiren egemenler
tam hakimiyet peşindeler. Tasarrufunda tapulu ve özgürce işleyeceği toprağı ile
tohumluğunu kendi olanaklarıyla elde eden köylü; zayıflıklarına, çok şey
yapabilecek beceri ve kapasitede olmamalarına karşın, kısmi irade sergileme
yetenekleri nedeniyle egemenlerin önünde engel teşkil etmektedirler.
Oysa egemenler kendilerinin denetimi dışında, nokta çapında bile olsa özgür
davranacak, aktivite yaratacak canlıya tahammül sınırını çoktan aşmıştır.
Taşın, toprağın ve keçi yolarının çileli yolcuları, her türlü meşakkati güle
oynaya karşılayan; doğadan, insandan yedikleri darbelere rağmen uslanmak
bilmeyen, en azla yaşamak üzere kurgulanmış ve bulduklarıyla kendi kendilerine
yeten bu yurttaşlar egemenlerin rüyalarını kaçırmakta, gözlerini
korkutmaktadırlar. Azı bulmaları, azla yetinmeleri onların en güçlü
yanıdır.
O halde azı da ellerinden almak gerekir. Ne kadar zayıf olsalar da, devasa
gücün önüne set çekmekte, egemenlerin haşmetli tavırlarına boyun
eğmemektedirler. Her şeyin sahibi olmakla güdülenmiş egemenler bu yurttaşların
ayakları üzerinde durmasını, güçsüzlüklerini, aşılmaz bir güce dönüştürmelerini
hazmedemiyorlar.
Denetimleri dışındaki bu küçücük kıvılcımların yakıcı ateşe dönmesinden
korkuyorlar. Bu köylüler toplumun dinamizmine kan taşımasalar bile serum etkisi
yapmaktadırlar. Çaplarının, cürümlerinin üzerinde bir işlev görerek, yoksul
kesimlere besin ve moral kaynağı olarak yaşamsal değerde destek
vermektedirler.
Bu nedenle yok edilmelidirler. Egemenlerin ayaklarına batma tehlikesi olan
yaban dikenleri gibi her yerde yaygın olarak yaşamaktadırlar ve temizlenmeleri,
hatta köklerinin kazınma gerekmektedir.
Bu kitle – köylü -, sosyal yaşamın çekirdeğidir ve ne üreteceği, kimin başına
çorap öreceği önceden kestirilemeyen, egemen sınıflar için potansiyel tehlike
olan yegane kitledir.
Özel mülkiyet sahibi olarak sermaye sınıfına yakın olsalar da, çıkarları
açısından kime kafa tutacakları belli değildir. Günümüz itibariyle yoksul
kesimlerin yanına düşmüşlerdir ve onlara kan taşır pozisyona girmişlerdir. Bu
nedenledir ki, sermayenin can düşmanı ilan edilmişlerdir. En güçlü oldukları
alanda kıstırılmak istenmektedirler. Tohumlukları ellerinden alınacaktır.
Böylece bir çok kuş birden vurulmuş olacaktır.
Tohumlarına el konulan, çekirdeği hadım edilen, kısırlaştırılan köylü
başkalarının tutsağı olacak ve yaşama dönük hiçbir faaliyette bulunamayacaktır.
Bu işlem başarıyla sonuçlandığında, büyük olasılıkla mülkiyete gelecek sıra.
İşte o zaman dikensiz gül bahçesine kavuşmuş olacak egemenler.
Köylü yandaşı siyasi oluşumlar, köylüden uzak kalarak cılızlaştılar, toplumun
dikkatini çekecek proje ve politika üretemediler. Tersine mevcut koşullara
yenik düşüp, köylülerden uzaklaştılar ve köylülerle kurulan bağlar koptu.
Olumsuz politik ortamın doğurduğu boşluğu, özünde köylülüğü tasfiye edici,
söylemde ise köylü dostu görünen, köylünün zayıflatılmasından başka amacı
olmayan yapılar doldurdular.
Açıkça saldırıya maruz kalan köylü, bilinçli bir çabanın sonucu olarak değil,
egemenlerin olanaklarının yetersizliği nedeniyle varlığını
koruyabilmektedir.
Henüz durumun vahameti kavranmış değildir. Sosyal yaşam çekirdeği kurutulunca,
dünya yepyeni bir ekonomik, kültürel, sosyal vb sürece girmiş olacaktır.
Köylerinden koparılmış, kendi toprağında ücretli işçi durumuna gelmiş
yurttaşlar kuru yaprak misali savrulacaklar sokaklarda. Zaten son demlerini
yaşayan dayanışma ruhunu çökerttikten sonra geriye bir şey kalmayacak. Bu
gidişle, büyük olasılıkla yeni toplumsal yapılanmalar girecek sosyal yaşama ve
kast sistemi yeniden inşa edilmiş olacak.
Kent sokaklarında yaşanan cinnet, cinayet ve her türlü korku, dehşet sahneleri
kapkaç ve çapul giderek artarken, kentlerin içinde kurulan yüksek duvarlı
siteler, ürkütücü geleceğin habercilerinden başka ne olabilir?
Bu yüksek duvarların gerisinde yaşayanların güvenlikleri, özel güvenlik
şirketlerine ve onların çalıştırdığı elemanlara teslim edilmiştir.
Nerdeyse antik kent (site) devletlerini çağrıştıran bu durum, nasıl açıklanacak
ve geleceği nasıl yorumlanacak?
Köylülüğün tasfiyesini hızlandırıp, köylü nüfusu kentlere yığarken yaratacağı
sonuçlar biliniyor mu, bilinmiyor mu?
Murat Mehmet UĞURLU